abd ve israil

13 Haziran’da başlayan süreç, Ortadoğu’da yeni bir dönemin kapılarını araladı. ABD ve İsrail, uzun zamandır dillendirdikleri “İran’da nükleer silah var” iddiasını gerekçe göstererek saldırıya geçti. “Bölge ve Avrupa için tehdit” söylemiyle kamuoyu hazırlanırken, hedefte İran’ın nükleer tesisleri vardı.

 

İstihbarat raporları yok sayıldı

ABD istihbaratının başındaki isim olan Gabbard, Kongre’de verdiği ifadede, ABD istihbaratının “İran’ın nükleer silah üretmek üzere aktif bir programı bulunmadığı” değerlendirmesinde olduğunu söyledi. Trump ise bu görüşe açıkça karşı çıkarak, Gabbard’ı “yanlış” olmakla suçladı ve “İran’ın çok kısa sürede nükleer bombaya sahip olabileceğini” savundu.

 

Ve beklenen oldu

Dün gece ABD, İran’daki üç nükleer tesise hava saldırısı düzenledi. Ardından gelen açıklamada, “Hedeflerimizi vurduk ve amacımıza ulaştık” denildi. Sabah saatlerinde Savunma Bakanı, saldırının sadece nükleer tesislere yönelik olduğunu, rejimi ya da halkı hedef almadıklarını vurguladı.

Ama aynı gün, ABD Başkanı Donald Trump’ın ağzından şu cümle döküldü:

“İran’da rejim değişikliği neden olmasın?”

Bu bir itiraf değilse nedir?

 

Nükleer Tehlike mi Bahane mi?

ABD ve İsrail’in yıllardır sürdürdüğü İran karşıtı söylemler bu kez doğrudan bir askeri operasyonla sonuçlandı. Ancak dikkat çeken nokta şu: Saldırının zamanlaması da, dili de, hedefleri de yalnızca nükleer meselelerle açıklanamaz. Çünkü aynı ABD, İsrail’in sivil hedeflere bomba yağdırdığı Gazze’de, ağzını bile açmadı. Sadece susmadı; aktif olarak destek verdi. Yağan bombalar bizzat ABD tarafından temin edildi.

Gazze’de binlerce çocuk öldü. Hastaneler, okullar, ibadethaneler bombalandı. Açlık, ilaçsızlık, elektriksizlik içinde can veren bir halk, hayatta kalmaya çalışıyor. Ama nedense ne Birleşmiş Milletler, ne Avrupa Birliği, ne de uluslararası insan hakları kuruluşları bu vahşet karşısında “etkili” tek bir adım atmadı.

 

Uluslararası Kurumların Sessizliği: Suç Ortaklığı mı?

İran’a gelince, üç nükleer tesise düzenlenen saldırı “barış adına” savunulabiliyor. Ama Gazze’de çocukların parçalanmış bedenleri sadece “çatışma” olarak tanımlanıyor.

Bu çifte standart, artık yalnızca ahlaki bir sorun değil; insanlık suçu karşısında tarafsız kalmanın getirdiği bir suç ortaklığıdır. BM kararlarını uygulamayan, Uluslararası Ceza Mahkemesi’ni görmezden gelen devletler, bugün hukuk değil, gücün hâkimiyetini dayatıyor.

 

Sırada Ne Var? İran’dan Sonra Hedef Türkiye mi?

Trump’ın “rejim değişikliği neden olmasın?” sözü, sürecin sadece tesislerle sınırlı kalmayacağını gösteriyor. İran’ın dini lideri Ali Hamaney’in hedef alınabileceği iddiaları kulislerde konuşuluyor. Bu söylem ABD ve İsrail tarafından defalarca dillendirdi. Eğer bu gerçekleşirse, sadece İran değil tüm Ortadoğu yangın yerine döner.

Peki bu senaryonun ucu Türkiye’ye dokunur mu? Elbette evet. Irak’ta, Suriye’de, şimdi İran’da yaratılan boşluklar, her zaman Türkiye’ye dalga dalga yansıdı. Bugün İran, yarın belki başka bir ülke. Ama asıl hedef, bölgeyi tamamen parçalayarak İsrail’in jeopolitik vizyonunu hayata geçirmek olabilir.

 

Gazze Varken İran’ı Kurtarmak mı?

Bu soruya samimiyetle yanıt verilmeli. Gazze’de her gün siviller katledilirken, Batı dünyası İran’daki nükleer tehdidi önlemek bahanesiyle operasyon yapıyor. Eğer mesele gerçekten insan hakları ve güvenlikse, Gazze neden hâlâ cehennemin ortasında yalnız?

 

Son Söz: Güç Haklıysa, Hukuk Susar

Dünyada bir nükleer tesis bombalanıyor, ardından rejim tartışılıyor. Aynı zamanlarda unutturulmaya çalışan Gazze’de insanlar katlediliyor, hiçbir ülke hesap sormuyor.

Uluslararası kurumlar, mahkemeler, sözde “evrensel değerler” sadece güçlünün işine geldiğinde mi çalışır?

Bu soruların cevabını vermek artık sadece akademisyenlerin, diplomatların değil, vicdan sahibi herkesin sorumluluğudur.

 

Çünkü tarih, sessiz kalanları da bir gün yargılar.

Ve unutmayın: Sessizlik bazen suç ortaklığıdır.

Bir yanıt yazın

E-posta adresiniz yayınlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir